APOCALYPSE NOW




       "Seyircisini içine çeken filmleri sıralayabilir misin?" deseler bana, listemin ilk sırasına hiç tereddütsüz bu filmi koyarım. The Doors'un The End şarkısının eşlik ettiği muhteşem bir açılışla seyirciyi karşılayan film, daha ilk sahnesiyle seyirciyi içine çekiyor, ve bütün bir film boyunca kahramanımız Yüzbaşı Willard ile birlikte ufacık bir tekneyle nehirden geçip Albay'a ulaşmaya çalışıyoruz.
       Kimileri The Godfather'i ilk sıraya koysada, benim için Francis Ford Coppola'nın şaheseri bu filmdir. Sinema alanında kendi klişelerini oluşturmuştur çoğu sahnesiyle. Hala izlemediyseniz inanın bana bu blog size göre değildir.
       Neyse... O kadar methiye düzmemiz, filmin hatalarını görmezden geleceğimiz, yazmayacağımız anlamına gelmemektedir elbette. İş başka, dostluk başka.
       (Bu arada söylemeliyim, bence film gereğinden fazla uzun. Ama sırf Harrison Ford'un, Martin Sheen'in ve Marlon Brando'nun gençliğini görmek için bile izlenmelidir o ayrı konu)


       Her yerde görebilirsiniz, aşağıdaki askerin sırtına yansıyan kameramanın görüntüsünü... Ben görmeyenler için burada da bulundurmak istiyorum ancak ya onun altındaki resim? Hiç görmüşmüydünüz? Görmüşseniz bile helikoptere asılan askerin bacağına asılan bir başka asker olarak bakmışsınızdır. Peki ya onun aslında askerin bacağına değilde helikopterden sarkıtılan bir ipe tutunduğunu ve bununda görüntü yönetmeninin bir hatası olduğunu, çekim ekipmanlarının fimlerde asla görünmemesi gerektiğini söylersem?



      
       Hadi üsttekiler görüntü yönetmeninin suçu. Peki aşağıdaki resimdeki hata kimin? Albay Kilgore, sörfçü Lance'i ekibin diğer üyeleriyle tanıştırdığı sırada esasoğlanımız Willard'ı arka planda sigara içerken görebilirsiniz. Fakat bir kare sonrasında, tanışma faslı bitip Willard yalnız başına sigara içmeye devam ederken sağ baş parmağındaki yara bandının nereden geldiğini bilen var mı? Sadece bir kaç saniye içinde bir insanın nasıl yaralanabileceğini bilen var mı peki?




       Gelelim Şef'e. Şef, playboy kızını bulmuş, muhabbeti koyulaştırmaya, mercimeği fırına vermeye başlamıştır. Helikopterin içinde kızla sohbetini sürdürürken omzunda bir kuş (güvercin mi papağan mı çözemediğim için kuş dedim) görürüz. Ancak kamera açı değiştirip kızın arkasına geçtiğinde kuş aniden yokolmuştur!




       Filmi izleyenler bilirler, Albay Kilgore'u. Kendi başına buyruk, savaşın ve çatışmanın tam ortasında bile denizde sörf yapmak isteyen kafadan kontak acayip biri bu Albay. Yine soyunmuş sörf yapma hayalleri kurarken ilk resimde görüyoruz. Yan tarafında bir yaralı askeri taşıyan iki asker ve hemen biraz ilerisinde bir helikopter. Ama kamera geniş açıya geçtiğinde ne askerler vardır ne de o kocaman helikopter. Buyrun;




       Gelelim Fransızlar'a. Filmin içindeki en gereksiz sahnelerden biri bence Willard'ın Fransızlara konuk olması. Her ne kadar film bir roman uyarlaması olsa (film, Joseph Conrad'ın Heart of Darkness (Karanlığın Yüreği) isimli romanının uyarlamasıdır) ve yazar bu bölümü kitabına koyarak savaşı anlatan bir kitapta siyasi görüşlerini yansıtsada bence filmde kesinlikle yeri olmamalıydı. Neyse bu bizim konumuz değil ancak hani "nerede çokluk orada b.kluk" derler ya, gereksiz yere uzatırken hata yapmayıda ihmal etmemiş yönetmenimiz... Fransızlar Willard'a bir yemek sofrası hazırlarlar. Bir kuş sütü eksiktir gerçekten. Ancak bir sahneyi çekmek için araya uzun molalar koyarsan aşağıdaki gibi olur işte. Görebileceğiniz gibi masanın dizaynı, meyve tabağının içindekiler, kadehlerdeki şarapların yer değiştirmesi sadece "bir saniye" içinde oluveriyor;




       Bu sahnenin varlığını eleştireceğim ya, bir hataya daha yer vermeden bırakmam... Fransızlardan biri ırkçılıktan bahsediyor, beyazlardan ve diğerlerinden. O bölgede beyazlara yer olmadığından dem vuruyor filan. Bunu daha iyi anlatmak içinde bir yumurta alıp avcuyla tabağa kırıyor ve "beyazı gitti, ama sarısı kaldı" diyor. Aşağıdaki resimlerde yumurtanın kırılırken ve kırıldıktan sonraki halini görebilirsiniz. Ancak sadece bir anda o tabaktaki ekmeğin nasıl o hale geldiğini nasıl anlatacaksınız?



       Üç saatten daha fazla süren bir filmde yukarıda gördüğünüz devamlılık hatalarından daha onlarca var. Ama Coppola'yı ve filmin görüntü yönetmenini daha fazla utandırmamak adına burada kesiyorum. Daha sonra konu sıkıntı çekersek (hiç sanmıyorum ya) bu filmdeki diğer hatalarıda belirtiriz elbette. Ama ne olursa olsun, bu filmi izlemden "ben savaş filmlerini çok seviyorum" demeyin...
Read more

FANTASTIC 4




       Böyle filmler şahsen benim pek ilgi alanıma girmez, izlerken uyuklarım hatta ama ne yaparsınız sevenide çok. Aslında fantastik içerikli bir film yapmak kimsenin harcı değil, yapmak isteyenlerde ellerine yüzlerine bulaştırırlar çoğu zaman. Çizgi romanlardaki o ambiansı filmlerde göremeyiz. Sevmeme nedenim aslında bu; layıkıyla yapılmış bir filmin olmaması belkide olmayacak olması (belki Iron Man'ı diğerlerinden bir adım öne koyabilirim).
     Peki fantastik bir film yapılırda hata yapılmaz mı?
     -Çokça!
        İsterseniz onlardan bir kaç tanesini sıralayalım;

Reed, uzay istasyonundayken bilgisayarın önündedir. Bilgisayar, fırtınaya kalan zamanı gerim sayım şeklinde göstermektedir. (Filmlerdeki bu sahnelere de ayrıca gıcığım aslında. "Fırtınaya 9 dakika kaldı", "depreme son gün", "3 vakte kadar sel baskını olacak ahada geri sayıyorum" diyen bilgisayarlar varda biz neden kullanmıyoruz?)
İlk resimde bilgisayar fırtınanın başlangıcına 9 dakika 46 saniye kaldığını gösteriyor. Zaman sayacının yanında birde H2 görüyoruz. (O da neyse artık?) Ama bir sonraki sahnede sayaç 9 dakika 44 saniye kala'yı gösterdiği zaman o H2 ekrandan kaybolmuştur. O nedir, ne işe yarar hangi akla koyulmuştur oraya ve 2 saniye içinde nasıl kaybolmuştur soruları ise muallaktadır hala;




       Doktor Von Doom, Sue'nin yanına gelir. Sue banyodan yeni çıkmış, ıslak saçları ve pijamasıyla seksiliğin dibine dibine vurmuştur. Victor ona bir tişört uzatır giyinmesi için. İlk resimde de göreceğiniz gibi çekmeceden tişörtü aldığında koyu renktedir, ama kamera bir anlığına açı değiştirdiğinde artık açık renkli bir tişörtümüz olmuştur. Ne ala;




       Başka bir sahnede Victor, Ben'le kafede konuşmaktadırlar. Garson kadın Ben'in önüne 25 katlı bir hamburger getirip koyar ve boş tabağı alarak yol alır masadan. İlk resimde getirilen hamburgeri görebilirsiniz. Ancak kamera Victor'un arkasına geçtiğinde hamburgerimizin üzerinde birdenbire artık sahalarımızda görmek istemediğimiz yabancı maddelerden biri belirmiştir;




       Yine Ben'in başrolde olduğu bir sahnedeyiz... Kör kadın bardan ayrılırken Ben'le vedalaşmak için elini yüzüne atar, ama kamera açı değiştirdiğinde kadının elini Ben'in omzunda görürüz;




       Köprünün üzerindeki o heyecanlı sahnede de bir devamlılık hatası var. Sue muazzam gücünü kullanarak ateş topunun vatandaşların üzerine gelmesini engellemek ister ve bunu başarırda. Ancak bu eylem onu yorar, gücünü tüketir burnunun kanamasına yol açar. Fakat aynı sahnede bir kaç saniye sonra ortalık yatışınca Sue'yu gördüğümüzde burnunda ne kanama vardır ne de bir kan izi;




       Bu filmle alakalı son olarak da şunu söylemeliyim; kardeşim portakalı sıkmadan suyunu nasıl çıkarabiliyorsun? :)

Read more

THE FAST AND THE FURIOUS: TOKYO DRIFT








       Modifiye tutkunları, drag manyakları, araba motorunun sesine içi geçenler için eğlencelik bi seri The Fast and The Furious serisi. Bu serinin üçüncü filmi ise Tokyo Drift. Adı üzerinde Tokyo'da geçiyor. Bu sefer başrolünde liseli bir ergene yer vermişler, onun maceralarını anlatıyorlar. Film daha çok "drifting" yani "yanlama" üzerine. Araba ve hız tutkunları için hayal kırıklığı yaratmayan bir film. Filmi elbette anlatmayacağız burada merak etmeyin, bir kaç hata gördük onları paylaşacağız.
       İşte onlardan biri. Finalde dağ yamacındaki araba yarışını bilirsiniz gıcık oğlanımız Takashi ile liselim Sean arasında geçen. O sahnede yarış tüm hızıyla devam ederken bir yerde iki araç çarpışır ve Takashi'nin aracının sol farı kırılır. Ama bir kaç saniye sonraki karede aracın farını sapasağlam görürüz;



       Diğer bir devamlılık hatası ise Sean'nın Japonya'ya taşınması sırasında meydana geliyor. Amerikadan kalkıp çekik gözlülerin ülkesine, babasının yanına taşınmak zorunda kalan gencimizi, havaalanına indiğinde sırtında bir gitarla görürüz. Ama babasının evine geldiğinde elinde sadece küçük bir çanta vardır;



       Son olarak Sean henüz Amerikadayken dalaştığı bir genç, Sean'in arabasına doğru bir beyzbol topu atar. Top arka camı kırarak arabanın içine girer. Ama bir sonraki karede topun arabanın sağ lastiğinin arkasına düştüğünü görürüz. Bir çekim hatası filan değil düpedüz fizik kanunlarına karşı gelmek;




       İyi bir televizyonunuz, iyide bir ses siteminiz varsa, arabalarada meraklıysanız hiç kaçırmayın. Hoş zaten bu seriyi izlemeyeni dövüyorlar ya, neyse...
Read more

HAKKINDA




       Bundan yıllar evvel, internete dial-up ile bağlandığımız zamanlar (o modemin internete bağlanma sesi ne güzeldi be) filmhataları.com diye bir site vardı. Tesadüfen bulmuştum. Her gün girer izlediğim filmlerde ne gibi hatalar yapılmış diye okurdum. "Filmi izlerken bunları ben neden göremiyorum" diye hayıflansamda kendi kendime, milyon dolar bütçeli yapımlarda çok basit hataların yapıldığını görmek çok hoşuma giderdi. O site uzun zaman önce kapandı. O zamandan beri kendime söylenip duruyordum "filmlerde yapılan hataları göstermek için bir internet sitesi kurmalıyım" diye...
       Gerek altyapı yetersizliğinden (ne demek istediğimi anladınız), gerekse zaman yokluğundan yapamıyordum. Şimdiki internet çağında, bloglar da böyle popüler bir haldeyken hem boş zamanlarımı değerlendirmek, hem eğlenmek hemde eğlendirmek için bu blogu yazmaya başladım. Yazarken şu hususlarıda göz önünde bulundurarak yazıyorum, sizlerede belirtmem lazım;
     Başlıkları, filmlerin orjinal isimleri olarak yazıyorum.
     İzlemediğim filmleri değerlendirmiyorum.
     Buraya aldığım her hatayı kendim bulmam mümkün değil elbette, o yüzden çeşitli kaynaklardan da besleniyorum.
     Resimlerle belgeleyemediğim bir hatayı asla almıyorum.
     Türkçeyi düzgün kullanmayı seven ve güzel dilimize önem veren biri olarak mümkün olduğu kadar yazım ve dilbilgisi kurallarına uyuyorum.


       "Peki  sen kimsin kardeşim?" diye soranlar için söyleyeyim; 30'lu yaşlarında, Anadolu'nun sevimli bir memleketinde kendi halinde çalışan, kendi halinde ailesiyle beraber yaşayan, bekar, yemek yapmayı ve yemeyi seven, tavlayı çok iyi oyanayan, çok güzel çiğköfte yoğuran, iyi bir futbol seyircisi, iyi bir Fenerbahçe taraftarı, bir kaç tane kötü huyu olan biriyim. Bu kötü huylarımdan birisini kendime lakap yaptım zaten; Hayatı Erteleyen Adam!
       Evet, buraya kadar benimdi, bundan sonrası sizin. Blogun keyfini çıkarın.
       Sormak, öğrenmek, eleştirmek, kızdırmak, öneri veya şikayette bulunmak, kusurlarımızı örtmek için iletişim sayfasından bana ulaşabilirsiniz.
       İyi eğlenceler.
    
Read more

İLETİŞİM




Read more

THE BOURNE SUPREMACY



       The Bourne Serisini ikinci filmi, Supremacy. Esasoğlanımız kaldığı yerden devam ediyor serüvenine. İlk filmdeki yönetmen değişse de yönetim ve çekim hataları da devam ediyor filmde ayrıca.
       Bourne'ın havaalanındaki sahnesini bilirsiniz. Amerikan ajanını safdışı bırakıp çıkıyor onun kontrolünden. Tabi kaçarken ajanın cep telefonunu da kopylamayı ihmal etmiyor. Telefonun sim kartının kopyasını aldıktan sonra telefonu ajanın önüne atıyor ve çıkıyor ilk resimde göreceğiniz gibi. Ancak ajanın telefonu çalmaya başlayınca görüyoruzki telefon bir anda ters dönmüş;



       Başka bir sahnede Jason internet cafeye araştırma yapmaya gidiyor. Arama motoruna kelimeleri girmeye başlıyor. "Jahr" (almancada "yıl") alanına 198 ile başlayan bir tarih girmeye başladığını görüyoruz, kamera Jason'ın omzunun arkasındayken. Ama ne zaman kamera bilgisayara geçiyor, bizde görüyoruzki yıl alanında girilen sayılar değişmiş!



       Moskovadaki bir sahnede ise Jason'ın peşindeki suikastçi eleman arabasıyla köprüye gelip Jason'a ateş açıyor ve omzundan vuruyor onu. Yalnız köprüye arabasıyla gelen ajanın etrafını polisler sarınca birde bakıyoruzki o güzelim BMW uçmuş gitmiş!



       Bir sahnede de Jason, Abbott'u sorgulurken başını masaya silahınıda adamın kafasına dayıyor, bu sırada bizde Abbott'un gözlüklerini görüyoruz hemen alnının önünde. Ama hemen sonrasındaki karede bu sefer gözlük uçumş gitmiş... Buyrun;



Son olarak da şunu söylemem lazım;
Jason'ın havaalanında sim kartını kopyaladığı ajanın telefonu çalıyor. Tabi arama aynı zamanda Jason'a iletiliyor. Arayan kişi CIA genel merkezinden Pamela Landy. Gelen numara telefonun ekranında görünüyor, 757 kodlu bir arama. Şimdi CIA genel merkezi Langley, Virginia'da. Buranın telefon kodu 703. 757 ise yine Virginia eyaletinde bulunan Hampton'ın telefon kodu. Nasıl atladılar bunu bende merak ettim şimdi.

Read more

AVATAR







       James Cameron’ın iyi bir yönetmen olduğunu ikinci kez kanıtladığı filmdir Avatar. Titanic efsanesiyle bütün dünyada hasılat rekoru kıran usta yönetmen, bu filmden 11 yıl sonra kendi rekorunu yine kendi filmiyle kırdı. Özellikle 3D tekniğiyle, kendisinden sonraki yapımlarında bu anlamda önünü açtı. Filmin yaptığı hasılattan sonra 3 boyutlu filmler çoğaldı, 3D televizyon satışları arttı.
Neyse konumuz bu değil tabi.

        2,5 saat civarında süren bir filme göre hataları da yok denilebilecek kadar az. Sadece bir kaç yerde devamlılık hatası var hepsi o. Bizde filme oralarda vuracağız ne yapalım?
Mesela ilk olarak, Parker mini golf oynarken Grace geliyor. Golf toplarının Grace gelmeden önceki haliyle geldikten sonraki hali aşağıda…



       Başka bir tane daha… Neytiri ile Jack kutsal ağacın altında konuşuyorlar. “Burası duaların duyulduğu bir yer” diyor Neytiri. Bunu söylerken resimde de göreceğiniz gibi saçının kuyruğu sırtına düşmüş bir halde, fakat o cümleden sonra kamera açı değiştirdiğinde Neytiri’nin kuyruğu önüne gelmiş, nasıl olmuşsa?



       Daha yok mu? Var tabikii… Jack makineye bağlanıp Navi oluyor. Geri geldiğinde biraz afallıyor ve Dr. Grace elini Jack’in omzuna koyup “Nasıl, Avatar’ı beğendin mi?” diye soruyor. Bir kare sonrasında Jack “Evet” derken ise Doktor kızımızın ellerinin orada olmadığını görüyoruz! Allah allah…



       Bu blogda Avatar ile ilgili söyleyebileceğimiz son “devamlılık” hatası ise yine Jack’in başının altından çıkıyor. Jack, Komutan’a Navi’lerle ilgili bilgi vermek üzere masada. Elleri de masanın üzerinde konuşuyor. Ama kamera Jack’in arkasına geçtiğinde –ki aynı konuşma devam ediyor, farklı bir sahne de değil- bu sefer beyimizin ellerini arkasına kavuşturduğunu görüyoruz;




       Dediğimiz gibi 2,5 saat süren, 3 boyutlu, çoğu kişilerce çığır açtığı bile söylenen bir filmin sadece bir kaç basit devamlılık hatası barındırması onun 14 yıllık uğraşa ne kadar değdiğinin bir göstergesi.
Read more
 
back to top